Eylül ayı da meydan okuması da nihayete eriyor bugün. Güzel bir etkinlik oldu.
Kaldığımız yerden devam.
İlk partı yok mu bunun derseniz buraya alayım sizi :)
Eylül ayı da meydan okuması da nihayete eriyor bugün. Güzel bir etkinlik oldu.
Kaldığımız yerden devam.
İlk partı yok mu bunun derseniz buraya alayım sizi :)
Efendim, bloglar arası hoş giden bir challenge var yüreğimin iklimi tarafından başlatılan, ki biliyorsunuz. İşte orada her gün cevaplanması gereken soruları alıp tek sefer de ( ki burada iki olacak ) cevaplayarak biraz işin kolayına kaçmış ve challenge'ın ruhuna aykırı davranmış olabilirim ama mühim olan katılmaktı düsturundan görmezden gelin azıcık olur mu.
Sevgili sadevederin(tık,tık ) bu haftanın sohbet konusunu şu şekilde belirledi;
Eskiden anlamadığınız ama şimdi anladığınız bir şey var mı ?
Efendim okul hayatım boyunca ingilizce ders notlarım 5 olsa da kesinlikle hiçbir şey anlamadım. Sonra okul hayatı bitti uzunca bir süre önce , geçtiğimiz senelerde belediyenin ücretsiz kurslarına kayıt oldum (b1'e katıldım en son) ve o da ne, onca seneki eğitimden anlamadığım şeyin çok daha fazlasını anlar oldum :)
Hayvanları uzaktan seven ama asla temas edemeyen ben yine birkaç sene evvel temas ederek, dokunarak sevmeye başladığım kedi sayesinde anlayıp algıladığım şey elbette ki ilk ve özel olan oldu.
Söz olarak çok işitip dinlediğim ama kendi dünyamda yer bulmadığı için "nasıl olur yaaa, olur mu öyle şey" dediğim akrabalık ilişkilerinin tam da söylenilenler gibi olduğunu anladım bir de. Ne eksik ne de fazla :)
Merhaba blogcum
Paylaşıp anlatacak bir şeyler bulamamaktan muzdarip olduğum şu sıralarda hiç değilse sohbete bi katılayım da daha fazla toz bağlamasın buralar dedim. Bu haftaki konu sadevederin'den . Sohbet konusu ise şöyle ;
"Kitap okurken kitaba notlar alır mısınız? Satırların altını çizer misiniz? Nasıl çizersiniz? Kitaplarınızı kaplar mısınız? Nasıl kaplarsınız?
Ağaç ev sohbetlerinin bu haftaki konusu akkurttaha.blogspot.com tarafından belirlendi.Sohbet konusu şöyle ;
"Çocukluğunuza dair neler hatırlıyorsunuz? Nasıl bir çocuktunuz?
Efendim her ne kadar sessiz, sakin, içe kapanık, ürkek gibi genel bir çerçeve içinde olsam da günün sonunda aksi bir çok icraatın içinde olmayı da bir şekilde becerebilmiş bir çocuktum. Özlemiyor değilim hani :)
Annem, çocukları çok seven ama torunu olmayan komşu teyze sizi misafir etmek istediği zaman sizi oraya gönderince "aferin kızıma koltuğa nasıl oturttuysam tüm misafirlik boyunca oyuncak bebek gibi öylece kaldı" iltifatları aldığımı ve diğer çocuklar gibi evi talan etmediğim için maşallahlar aldığımı söyler. Tabi bu kadar güccük hallerimi bilmiyorum ama bildiğim zamanlarda da sahiden kimsenin evini karıştırıp dağıtmadım, aferin bana :)
Bu haftanın sohbet konusunu sadevederin havalardan dem vurarak :) şöyle belirledi ;
" Baharın gelmesi sizi heyecanlandırır mı? Bu heyecanı tarif edebilir misiniz ? "
Kış ile yaz arasında ki lâtif (tdk : yumuşak, hoş ve ince bir güzelliği olan ) bir mevsim bahar. Mecazen ise gençlik dönemi demek. Her ne kadar yurdum ve dünya gerçeği yazımı kışa çevirdi türküsü söyletmeye pek bi gönüllü olsa da orayı es geçip baharda kalalım biraz :)
Bu haftaki sohbet konusu benden sevgili blog komşularım. Kuşaktan kuşağa aktarılan gelenek ve göreneklerimizin yaptırım gücü var ve genelimiz - ama isteyerek ama istemeyerek - bu güçten kaçamıyoruz. Yöreye göre farklılık, çeşitlilik gösterse de değerlerimiz ve konularımız ortak. Hoş ve güzel birçok motife sahibiz ama garip ve anlaşılmaz hatta saçma bulduklarımız da var içlerinde . İşte bundan sebep "eyy atalar iyi etmiş , hoş etmişsiniz ama bu geleneği icat etmek zorunda mıydınız" diyoruz bu haftaki sohbet konumuzda.
Tüm gelenekler içinde düğün gelenekleri en karmaşık ve tahammülü zor olanları kapsıyor içinde bence. Buradan iki tanesini koyuyorum listeme öncelikle. Kuşak bağlama seranomisi ve el öpme adeti.
Ağaç ev sohbetleri bu hafta kaplandiary tarafından "Ne için yaşıyoruz? Size göre bizi diğer canlılardan ayıran en temel özellik nedir? Eğer dünyaya gelişinizin bir hikmeti varsa, sizden beklenenleri ne ölçüde yerine getirdiğinizi düşünüyorsunuz?" şeklinde belirlendi.
Ne için yaşıyoruz sorusunu en çabuk cevaplayan kişilerin inanç sahibi olan kişiler olduğunu düşünüyorum. Ben de onlardan biri olduğum için, bu soruya yanıt hususunda derin ve buhranlı süreçler geçirmedim. Kolaycılık ya da hazıra konmuşluk gibi düşünülebilir ( gözlerimizi açtığımız ortam büyüme sürecinde ilmek ilmek işliyor bizi) ama baktığın ve durduğun yere göre değişir bu düşünce. (Kolay olsaydı herkes aynı cevabı verirdi mesela.) Ayrıca insanın kendisine karşı vereceği bir yanıtının olması ve verdiği yanıtın içine sinmiş olması arafta kalmasından çok daha iyidir diye düşünüyorum.
Bu haftanın sohbet konusunu Duygu'nun Mekânı ( tık,tık ) belirledi.Konu şu;
"Elinizde olsa kitap, film, anime, dizi vs. herhangi birinin finalini ya da belli bir bölümünü değiştirmek ister miydiniz? Nedenleriyle birlikte nasıl bir değişiklik yapmak istediğinizi yazınız? "
Öncelikle soruyu okur okumaz Severus Snape düştü aklıma ve sevgili Duygu'nun da ilk cevabında Snape'i görmek ilginç ve hoştu :) Bu yüzden yazacağım cevaplarda Snape'i es geçiyorum. İlk aklıma düşenleri yazacağım elbet zira uzun uzadıya düşünsem çok şey bulurum diye korkuyorum. Üstelik , katiyen memnun edilemez kitle yaftası yemek de istemiyorum :)
Bir Yıldızın Hikayesi, blog yorumu adında bir mim başlattı . şurada. Mim'e katılanları görüp okuyunca ben de katıldım, birazcık özendim sanırım :) Oldu baya mim yapmayalı. Blog komşularıma gitmeden önce "ben de katıldım" demenin nişanesi olsun diye başlıyorum cevaplamaya :)
Yaptığınız paylaşımla ilgili yorum alış-verişine önem verenlerden misiniz?
Bittabi ki :) yazıp çizen hemen hemen her blogger ( birkaç istisna olabilir, istisnalar kaideyi bağlamaz) buna önem veriyor bence.
Yorum geldiğinde iade-i ziyaret yapar mısınız?
Yapmam, onun yerine bloguna bakar, içeriklerini karıştırır, ilgimi çeken bir şeyler varsa onlara yorum yaparım. Çok ilgimi çektiyse blogu takibe de alırım. Yer yer böyle davranan blogdaşlarım oluyor. Kendisine yorum yapılmış diye gelen. Siz bana geldiniz, ben de size geldim, Sıra sizde , gelirseniz gelirim düşüncesindeki komşular gibi. Açıkçası samimiyetsiz geliyor bu tavır. Bu yüzden benzer bir samimiyetsizliğe düşmemek için çabalarım.
Bu haftaki sohbet konumuz sadevederin tarafından. "Günümüzde insan yaşamı gittikçe uzamaya başladı. Sizce, bunu nelere borçluyuz?" olarak belirlendi.
Elbette bu konunun bilimsel birçok açıklaması vardır.Araştırıldığında hepsini öğrenmek mümkün.Ben o tarafları bir yana koyuyor ve bencesi deyip başlıyorum sohbete:)
Bu haftanın konusu sadevederin tarafından "Sevgi elde edilir mi, kullanılır mı, paylaşılır mı?"
olarak belirlendi.
Şarkılar ne demiş bu konuda bakalım bi :)
* Sevgi anlaşmak değildir , nedensiz de sevilir, bazen küçük bir an için ömür bile verilir
*Sevmekten kim usanır, tadına doyum olmaz, hangi gönül uslanır, sevenle oyun olmaz
*Bir sevmek bin defa ölmek demekmiş, bin defa ölüp de hiç ölmemekmiş
*Seni severdim hüznün koynunda, seni severdim hem uyanık hem uykumda
Evet, şarkılar hoş ama hep dar çerçevede kalmış .İlk şarkı diğerlerine nazaran biraz daha geniş açılı :) zıpçıktılı şarkılar var bir de , onlara hiç girmiyorum bile.
Ağaç Ev Sohbetlerinin bu haftaki konusu Manxcat / Kuyruksuz Kedi tarafından şu şekilde belirlendi;
"Hayattaki en büyük korkunuz nedir? Başınıza gelince uykularınızı kaçıran bir şey var mı?
İlk olarak her fani gibi ölüm korkusu geldi aklıma. İnançlı bir insanım.Ölüm ile hiçbirşeyin bitmediğine aksine asıl her şeyin yeni başladığına, artık hiçbir şeyin geri dönüşünün mümkün olmadığına ,hesap-kitap-cennet-cehennem gerçeğinin içinde olunacağına dair olan inanç. Rabbimin merhametinin her şeyin üzerinde olduğuna inanmanın verdiği güven, günahlarımın ağırlığının altında ezilmenin verdiği suçluluk ölüm korkusunun temelinde olan şey. Genel olarak ölüm korkusunu insanın zapturapt altına alması lazım , aksi halde hayat normal seyrinden çıkar, Bazı anlarda zorlandığımı söylemeliyim ama yine de iyi idare ediyorum galiba :)
Blog sahibesi " bir şeyler yapma şansımız olan basit şeylerden bahsedelim" deyince yazısının dipnotunda , her insanın ilk 5'e koyacağı banko cevapları köşeye bırakıp, kişisel olan blogumda en kişisel yazımı klavyeye almaya karar verdim:)
Bu haftanın sohbet konusunu sadevederin şu şekilde belirledi;
"Hangi ülkeleri kendinize yakın hissediyorsunuz veya seviyorsunuz? Hangi ülkelerin filmlerini, müziklerini, dizilerini, kitaplarını kendinize yakın hissediyorsunuz veya seviyorsunuz?"
Başlamadan önce yakın hissetme konusuna bir parantez açmak istiyorum.
Birkaç gün önce tv de zap yaparken bir maç müsabakasına denk geldim ve kardeşim "abla duuur" diye pek bi cengaver atıldı ortaya. Bir şey kupası, finali artık her neyse o başlamış :) Maç var ama ortada bir gariplik var. Oyun durmuş, ne olduğunu anlamaya çalıştık. Sonra bir takımın oyuncularını gördük, halka yapmışlar. Sonra yakın planda , o halkanın arasında ki boşluklardan hareketlerinden kalp masajı yaptığı anlaşılan biri. Kamera bir tribündeki insanlara , bir sahanın içinde ki futbolculara dönüyordu. Sanırım 5 dk kadar izledik. Hangi ülkeler yarışıyordu bilmiyorum. O tribündeki onca insan ile birlikte üzülmüş ve göz yaşı döküyordum. Yakınlık denilen şey aynı frekansta kurduğun duygu yoldaşlığından başka bir şey değil.
Merhabalar blogcum. Ne var ne yok görüşmeyeli ?
Beslenecek bir şeyler olmalı paylaşabilmek için.Hem korona hem kısıtlama bu kısımlara çok acımasızca vurduğundan ayrılık düştü payımızı haliyle.Bir de buna benim sıkıntı oluşturan bilgisayarımı ekleyeyim.Hoş, hala devam ediyor sorun.Neyse ki görmüş olduğum bir challenge bu ayrılığı giderecek bir nebze.
Zihnin Arka Sokakları (tık ,tık) bloğunun başlatmış oldugu 5 günde müzik meydan okuması var. Katılan bloggerlar bitirdiler meydan okumayı. Bir de yetişemeyip hepsini tek seferde yapan bloggerlar var. İşte ben de onlar gibi yaparak başlıyorum meydan okumaya :)
Bu haftanın sohbet konusu Gülten Çapkın tarafından ( tık,tık ) şu şekilde belirlenmiş;
"Eğer hayvanlarla konuşabilme yeteneğiniz olsa hangi hayvanla konuşurdunuz? Hangi hayvanı kendinize yakın buluyorsunuz ve neler sorardınız? "
Blogumu düzenli takip ediyorsanız şayet bu soruya kelebek diyeceğimi düşünürdünüz zira kelebeklere dair bir hayli şey söyleyip, yer yer özel paylaşımlar dahi yaptım . (bkz. uçtu uçtu kelebek uçtu , adı kelebek ) Köy ziyaretlerimde yerlerde bolca sürünüp , dağ tepe koşup resimlerini çekmişliğimde var. Hazır tekrar bahsetmişken birini daha ekleyeyim :)
Bu haftanın konusunu da diğer blogdaşlarımı okuyarak geçirmeyi düşünüyordum ki , aklıma hiç düşmeyen bir canlı düşüverdi konu ile ilgili . Hal böyle olunca ben de aklıma düşen canlıyı yazmaya karar verdim. O canlının adı İstiridye
Ağaç Ev Sohbetleri'nin konusu bu hafta Kaplan Diary tarafından belirlendi.Konu ; Mutluluk nedir ? Mutluluk sürekli olarak elinizde tutabileceğiniz bir şey midir? Kendisinin konu ile ilgili yazısı şurada
İzlediğim videoda ( tık,tık ) Serkan Karaismailoğlu şöyle diyor;
"Bir sinir bilimci olarak size mutluluğun resmini çizemem ama formülünü çok rahat verebilirim. Dopamin, Seratonin ve diğer Nörotransmitterler , Yani mutluluk dediğimiz şey, dopaminin ödül merkezimizi uyardığında hissettiğimiz haz halidir. "
Bilim böyle diyorsa , doğru diyordur :)
Bu haftanın sohbet konusu ucunkuslar.blogspot.com tarafından "evliliklerde boşanma ve ayrılıklar" olarak belirlendi.
Angut Kuşları çok sadık canlılarmış. Eşleri ile bir ömür sürer , zinhar gözü dışarıda olmazmış. Üstelik eşini kaybetse bile rahmetlinin hatırasına sıkı sıkıya bağlı olduğu için gözü hiç başkalarına kaymazmış.Böyle bir halde yoluna devam edip hatıralarda kalmaması güzel olurdu elbet.Neticede birliktelikleri sadakat ve sevgi üzerinde şekillenmiş.Vefanın kitabını yazmayı başkalarına bırakabilirlerdi.
Bu haftanın konusu kirmiziruh.blogspot.com tarafından İnternet Arkadaşlıkları & Dostlukları olarak belirlendi.
Evimize internet 2004 senesi gibi girdi.Lisede iken varlığını bildiğim ama yolumun ve ihtiyacımın düşmediği bir şeydi.Erkek kardeşlerim oyun vesilesi ile kafelerin yolunu tutmuş ve aşina olmuşlardı.Ben oyun da sevmezdim:) Klavye kulanımı,internet kullanımı, bilgisayar notları falan evde kendi kendime öğrendiğim şeylerdi.O dönemler forum diye bilinen yapılar dikkatimi çekendi ve klavye kullanım hızımda accayip faydası oldu :)
Dizi-film, kitap, hikaye - öykü temalı bir foruma üyeydim.Bloğun daha az verimli hali gibi yapılar. İzlenilen dizi ve filmler üyelerce yorumlanıyor, üyelerin yazdığı öyküler okunuyor, eleştiriliyor vs. İlk zamanlar buralarda tıpkı blog ailesi gibi nezih bir ortam vardı. Karşıt görüşler olsa dahi saygı çerçevesi daima muhafaza ediliyordu. Başlıklar bahane sohbet şahane gibi bir hale de evriliyordu sonra, özel mesaj yoluyla sohbet daha da koyulaşıyordu. Ben de böyle bir ortamda teneffüs ettim .İsmimi, sesimi,cismimi açık etmeden ve karşı taraftan da açık edilmeden. Tanımadığın insanlarla daha samimi ve içten sohbet edersin düsturu var ya, işte tam öyle :)