7/24/2025

NE OKUDUM


 EN HÜZÜNLÜ EYLÜL Osman Balcıgil

YEŞİL MÜREKKEP Osman Balcıgil

NAR AĞACI Nazan Bekiroğlu



EN HÜZÜNLÜ EYLÜL

sayfa sayısı 455


Tarihi bir gerçek içine yerleştirilmiş kurgu hikaye ile döneme, dönemdeki karakter-mekan ve havadislere dair pek çok şeyi de öğrenebildiğiniz akıcı, sürükleyici ve ne yazık ki finali sebebiyle üzücü bir anlatı. Aslına bakarsanız üzücü olmaktan çok dehşete düşürücü.


Suzan ve ailesi ile Yorgo ve ailesi, babaları çocukluktan itibaren arkadaş. Bu öylesine kuvvetli bir bağ ki yetişip aile kurmuş her ikisi, kurdukları aileler de birbiri ile komşu ve arkadaştan öte aile olmuşlar.  Sevinçleri, mutlulukları, üzüntüleri hep ortak, hep birbirlerinin yanında , birbirlerinin en büyük destekçisi olmuşlar ve Büyükada bu ailenin yaşam alanı. Suzan , mesleğinde kendisine katkısı olsun diye İstanbul valisi ve başkanı Fahrettin Kerim Bey'in yanında bir nevi staj yapıyor gibi çalışmaya başlıyor. Bizler de Suzan'ın gözünden hem aile-arkadaş-gönül ilişkilerini , hem iki kültüre dair bilgileri hem de İstanbul'un yavaş yavaş nasıl bir felakete doğru sürüklendiğini okuyoruz. Suzan tüm bu süreci 5 sene sonrasından anlatmaya başlıyor " söyledim ve ruhumu kurtardım" diyerek. Başka bir trajik yanı da bunun Yassıada'da olması.


alıntı:

Bir insan, içinde yaşadığı toplumu bu kadar ağır bir biçimde eleştirebilir miydi ? Eleştirebiliyormuş demek ki !


Hayat bir hikaye gibidir. Ne kadar uzun olduğu değil ne kadar güzel olduğu önemlidir.


Din, kuşkusuz inanmakla ilgili ve sadece inananla inanılan arasında kalması gereken bir kurumdu. Üzerine tartışmak kırgınlıktan, kızgınlıktan, yıkımdan başka hiçbir işe yaramazdı.


Yorgo "Biz buyuz işte" dedi. Babam ve ben ne demek istediğini anlamak için yüzüne bakınca, " Havasından mı suyundan mı bilmem, daha iyisini yapmak yerine, bizden öncekilerin bizden daha kötü olduğunu tekrarlayıp dururuz" diyerek düşüncesine açıklık getirdi.


Gazete yazıları tek tek çok önemliymiş gibi görünmese de bir araya getirildiklerinde büyük yekûn oluşturuyor, zaman içinde toplumun bir doğrultuda nasıl yönlendirilmiş olduğuna işaret ediyordu.


Son sayfadan:

Türkiye'de yayımlanan gazetelere göre yılının 6/7 Eylül'ünde 11 Rum vatandaş öldürüldü. Yunanistan kaynaklarına göre hayatını kaybedenlerin sayısı 15. Resmi makamlara yaralı sayısının 30 olduğunu söylüyor. Başka ülkelerin Türkiye'deki temsilciliklerine göre bu rakam 300'ü aşıyor. Tecavüze uğrayan çok sayıda kadın hastanelere başvurdu. Utanıp da başvurmayanlarla birlikte bu sayısının 400 olduğu düşünülüyor. Olaylarda 4214 ev tahrip edildi.1004 işyeri yağmalandı. 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul kısmen ya da tamamen tahrip edildi, yakıldı.


*****


YEŞİL MÜREKKEP

sayfa sayısı 408


Sabahattin Ali'nin romanlaştırılmış hayat hikayesi. Yazar Balcıgil kalemini ustalıkla konuşturmuş yine. Bu hikayeyi yazarken bazı hususlarda koyduğu dip notların  "bu şeklini ele aldım ama bu da söyleniyor" diye düşülmesi hoş olmuş ayrıca.


Devlet eliyle eğitim görsün ve memlekete hizmeti dokunsun diye Almanya'ya gönderilişinden , 12 Ocak 1949 tarihinde gazetelerde Bulgar sınırında öldürüldü haberine kadar süregelen bir yaşam anlatılıyor kitapta.  Kalemini halkın sevdiği ancak iktidarın sevmediği bir yazar olmuş Sabahattin Ali. Eserlerini yaratma sürecinde yaşadıkları ve o yaşadıkları olmasa bu eserler ortaya çıkar mıydı muhasebesi ikilemde bırakıyor insanı. Şıpsevdiliğini sevemedim, irite etti ne yalan diyeyim. Yer yer kalemini besleyen taraftı belki de, bilemiyorum. Bildiğim birçok şarkının Sabahattin Ali'nin şiiri olduğunu öğrenmek baya şaşırttı :)  Eşi Aliye'yi  takdir ettim, kabullenmek zorunda olduğu hayat hiç kolay değil. Arkadaşı olan Nihal Atsız ile değişen ve kavgaya dönüşen tanışıklıkları ilgimi çekti. Bir de Atsız'ı anlatan bir biyografi okumak aradaki dengeyi sağlamak için iyi olacak gibi.


alıntı:

"Neyim var kaybedecek zincirlerimden başka?"


Anadolu insanının biriktirme huyu vardır. Avrupalı bir şeyi beğenmediği zaman hemen söyler. Sanki marifetmiş gibi ! Anadolu insanı ise beğendiğini söyler, beğenmediğini bir kenarda dinlenmeye alır. Bir başka deyişle biriktirmeye koyulur. Üstelik o da tıpkı Avrupalı gibi, yaptığının bir marifet olduğunu zanneder.


"Sana yazmak benim için hiç olmazsa kitap okumak kadar lazım...


Niçin ruhumuzun asla ısınmadığı kalıplarda kalmaya mecburuz? Bir insana bundan daha büyük bir işkence olur mu?


Türkiye'de henüz yapılmıyormuş. Çok yakında yapılacakmış. Gebelik sırasında kadınlar bir hormon salgılıyormuş. Kadının idrarı bir kurbağaya enjekte ediliyormuş. Bir süre sonra kurbağa kesilip yumurtalıklarına bakıldığında bu hormon var mı anlaşılıyormuş. (kurbağalar aşkına :) )


Bana uzun ve güzel mektuplar yaz. Hikâye gibi olsun.(kızı Filiz'e)


Şimdiye kadar kendimden başka hiç kimseye kötülük etmemem için gayret ederdim. Artık kendime de kötülük etmemek için bu kararı verdim.


***


NAR AĞACI 

sayfa sayısı 533


Çok uzun zamandır okurken içimi titreten, boğazımı düğümleyen ve gözlerimi nemlendiren bir hikaye olmamıştı. Bazı küçük anlar olmuştu elbet ama bu denli yoğun hissetmek , hikayenin, kelimelerin içine girmek ve hikayenin peşine düşen anlatıcının dediği gibi tüm olup bitende , her anda gölge olarak yer alıyor olmak bayadır deneyimlediğim bir şey değildi.  "Ne yani, şimdi sen beni görüyor musun ?"  diyebilmek gerekti.


Büyükannesini hiç görmemiş, büyükbabasına dair hatıraları çocukluktan kalma birkaç anı olan anlatıcı Tebrizli dedesi Settarhan ile Trabzonlu ninesi Zehra nasıl oldu da bir araya geldi ve dedesinin , baba ocağına gönderdiği mektupları niye cevapsız kaldı , diye Taht-ı Süleyman'a doğru yola koyuluyor  elinde birkaç fotoğrafla. Çıktığı bu yolculukta bir gölge oluyor ve başka anların, başka mekanların, başka hikayelerin ve nihayetinde tüm anların tek bir an olduğunun tanığı oluyor. Gönül yaraları, hasret rüzgarları, Balkan seferberliği , muhacirlik ,  Trabzon-Tebriz-Tiflis-Batum-Bakü-İstanbul hattında geçen ve Birinci Dünya Savaşı'na uzanan bir öykü.


alıntı : 

Merak, zamanı gelmiş bir katmer gibi açılıyor içimde. Haydi, öyleyse zamanı geldi.


Ölmeyi bayılmak zannediyordu şimdiki ateşli gençler ve resimdeki yangına bakarak yanmayı, yanmak zannediyorlardı.


Bütün kadınlarda ortak olan o duyguda selâmetimi buldum, çarşı pazarın yolunu tuttum. Hayalimde bir aile yarattım. Hepsine ayrı ayrı hediyeler aldım.


(Hafız Divanı'ndan)
Seni kirpiklerimle öldürürüm diyen yâr Aman sakın durmasın öldürürse öldürsün


Çöl ile gök gibi buldular birbirlerini, Aralarında bir yağmur eksikti


"Nine" dedi İsmail. "Bizim sınıftan mezun olanların tamamı gönüllü gidiyor. Edebiyat hocamız İbrahim Alâaddin Bey de gidiyor. Orada kıyamet koparken ve buradan herkes o kıyamete koşarken, bütün sınıf gönüllü yazılırken , de bana , ben nasıl gitmeyeyim ? Rahat döşeğimde nasıl uyuyabileyim ?


Her şeyin gölge olduğunu bir kere fark edince , artık can acısa da bir acımasa da bir. O zaman bitmez zannettiğin her türlü çile de biter. Hem öyle bir biter ki artık bitse de fark etmez bitmese de fark etmez


Ümitleri, hayalleri ölü balıklar gibi kıyıya vurunca bir milliyetleri kalmamıştı hiçbirinin ve şimdi tek ümmete mensuplardı : Dilenci


Oysa yaşamaya çalışmak en büyük yorgunluktu. Ölümü beklemek bile yorgunluktu.


Yaşadığıyla yaşamadığını artık ayırt edemeyen zihnim tümüyle gerçeğin ortasında.


Yazıya düşen hiçbir şey ateşini olduğu gibi yansıtmıyor, her şey yazıya dönüşürken munisleşiyor. Hiçbir alfabede "Z" den sonra harf yok çünkü. Bu rezaletin kelimeler karargâhında bir karşılığı yok. Böyle bir şey sadece yaşanabilir. Yaşayanlar da tez elden unutma telâşında. Tarih kitaplarına girecek üç soğuk cümlenin ardında ne mahşer var oysa.

10 yorum:

  1. nar ağacı okumuştum sahiden de etkileyici bir yaşam öyküsü :) diğerleri de biyografi ama roman gibi demek ki okunurmuş evet :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Trabzon faslının anlatıldığı hikayeler çok etkiledi, çoğu hüznüm de buradaki karakterlerden. Balcıgil gazeteci yazar, bundan sebep hikayelerinin atmosferi ve mekanı gerçek ama motamot bir bilgi aktarımı değil, akıcı romanlar yazmış. Bir kitabı daha var sırada okumayı bekleyen :) kalemini ve tarzını sevdim vesselam:)

      Sil
  2. Merhaba, çok güzel tercihler olmuş. Hiçbirini okumamıştım. Demin bir uzun paragraflık yorum yazdım ama yanlışlıkla sayfa yenilenince silindi :'((( O yüzden kısaca yeniden yazayım, Sabahattin Ali'ye özel bir hayranlığım yok, ama yazıda adı geçince, sonra bir şeyden emin olmak için bakınca içimizdeki şeytanlar diye bir saçmalığını gördüğüm ve halihazırda hastalık derecesindeki Türkçülüğünden nefret ettiğim kafatasçı eleman Atsız'a lanet olsun :D
    Yassıada'daki Rum olayları ne zamanlarda olmuş acaba, yıl geçmiyor yazıda. Bizimkilerin yaptığı yanlışları hiç görmüyoruz genelde reddiyeyle geçer, ben hangi olay olduğunu tam çıkaramadım.
    Limon Ağacı'nı anımsattı biraz; Filistinli bir ailenin oğlu ile evini çalan yahudi yerleşimcinin kızı arasındaki aşkı anlatan roman. O da gazete haberleri üzerinden gerçek bir hayat hikayesini anlatıyordu yanlış hatırlamıyorsam.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sabahattin Ali'nin öykülerini okudum, çok beğendim. Romanlarından sadece İçimizdeki Şeytan'ı okudum, hikayeciligi kadar kuvvetli bulmadım. Bir de hep göndermeli bir romanmış zaten, hepsinden bihaber olduğumdan göndermeleri de çok anlamadım :) yazara özel ilgim yok ama Balcıgil ' i es geçemedim:) ve iyi ki okumuşum dedim. Atsız hakkında da ne bilgim var ne de okuduğum herhangi bir eseri ama bu kitaptaki anlatı yüzünden aklıma düştü, yoluma da düşer bi gün:)

      Yassı Ada mahkemesi Adnan Menderes ve ekibinin yargılandığı darbe mahkemesi( 1960) 6-7 Eylül (1955) olayları içinde suçlu buluyor . Hikayenin anlatıcısı darbe sonrası, mahkeme sürecine giderken beş sene öncesi yasanilanlari, yer yer kendi zamanına dönerek anlatıyor.

      Limon Ağacı kitabını okumadım ama hikaye aynı görünmüyor. Farklı dine mensubiyet ortak nokta olabilir ama burada aynı toplumun , aynı ülkenin fertleri , vatandaşları mevzubahis .

      Sil
    2. Aa şimdi anladım, doğru Menderes Davasında 6-7 Eylül olayları da vardı.
      Sabahattin Ali'den çok okudum ama okuyunca insana mutluluk veren bir şeyi yok, tabi yaşamı kaynaklı mutsuz hayatlar yazıyor hep :'/ Mutluluk veren bir hikayesi var mıydı okuduklarınız arasında? Ben dertli kederli şeyler okumayı pek sevmem :')
      Farklılıklar konusunda haklısınız tabi, ama dinler ve ırklar arasında çatışma ve kan varkenki aşk hikayesini ve dönemi yansıtmasını benzer bulmuştum ben.

      Sil
    3. Baya oldu okuyalı ama aklımda mutlu hikaye yazarı olarak asla yer etmedi:) hal bu olunca okumamışım diyorum:) hüzünlü, dertli ve derdi olan hikayelerdi, Anadolu'nun gerçeği olan , iğneyi sebeplere çuvaldızı sebep olan asıl kişilere batıran hikayeler, bu yüzden sevmiştim .

      Sil
  3. Farklı kitaplar okuyup tanıtıyorsun, ne güzel. Anlatımın da öz ve ilgi çekici. Bu kitaplar da aklımda bulunsun.

    YanıtlaSil