12/09/2023

#OKUDUM BİTTİ



SUYU ARAYAN ADAM Şevket Süreyya Aydemir

İNSANLIĞIMI KAYBEDİŞİM Osamu Dazai

FATİH SULTAN MEHEMMED HAN Halil İnalcık




SUYU ARAYAN ADAM ; Balkanların birer birer kaybedildiği zamanlar. Edirne oradan gelenlere kucak açan yer. Yazar da bu hüzünlü göçü yaşamış bir ailenin çocuğu. Çocukluğunun Edirne'sinden kendine, ailesine, komşularına, sosyal dokuya ,Osmanlı Devleti'ne ve yaşanan hadiselere temas ederek anlatmaya başlıyor hikayesini.  Bu hikaye Cihan Harbi'nden  Anadolu'nun  gerçeğine, Turan ülküsü adına Kafkas; Hazer ülkelerine doğru yol alıyor. Rusya'da tarihin ünlü simaları ile bir arada bulunma imkanı buluyor. Sonra yeniden Anadolu'ya dönüş ,hapishane günleri, yeni kurulmuş devletin adımları takip ediliyor. Bazı fasılalar da özellikle Rusya cephesi, ideolojiler , anlam çabaları ve ikinci dünya savaşına giderken  yaşanan fikir alış verişleri bir miktar sıktı. Buralar bir konferans havası verdi. Bu bir miktar sıkıntıyı köşeye koyarsam kitabı gerek yazım ve kurgulama şekli gerek içeriği ile fazlasıyla beğendim. Bir dönemi, üstelik sancılı ve hüzünlü bir dönemi canlı bir tanıktan okuyor olmak kesinlikle kıymetli.


alıntı

Şahin atlar üstünde Avrupa'ya giden ataların bu çocukları, şimdi her tarafından torbalar, bakraçlar sarkan bu gıcırtılı arabalarla, yüzyıllarca süren bir egemenliğin ellerinde kalan bu hazin artıklarını geriye doğru taşıyorlardı.


Fakat biz evvelâ bu isyanları, isyan eden milletlerin, ırkların, devletimizin idare tarzından bıkması şeklinde anlamıyorduk. Bu bize böyle anlatılmıyordu. Bu ırkları, bu milletleri devletin idare edemediği bizim çevremizde hiç kimsenin aklına gelmiyordu


Bizler kendimizi, zaten bu ölüm için yetişmiş sayıyorduk. Bu ölüm için hazırlanmıştık. O zaman bizim neslimiz, kendisi için hiçbir hak düşünmeyen bir nesildi. Bize göre hak yok, vazife vardı. Vazife görülecek, can verilecek, şan vatana bağışlanacaktı. Can bizimse şan onundu...


Peki ama, dersiniz; biz bin yıl önce girdiğimiz şu Anadolu topraklarına ne verdik? ......Peki ama, bu yayla ki imparatorluğun, hem temeli, hem mihveriydi. Bütün yollar bu yaylada toplanır, bu yayladan dağılırdı. Burası kan ve can hazinesiydi. Buraya ne bıraktık? Birkaç yıkık kümbet, birkaç harap kervansaray, birkaç kale kalıntısı?


En önde sarışın, mavi gözlü, kumral sakallı yaşlı bir Rus askeri yürüyordu. Kucağında kocaman bir ekmek somunu taşımaktaydı. İyice yaklaştıkları zaman, bu somunun ortasına bir avuç tuz yerleştirilmiş olduğunu gördüm. Yaşlı asker bu somunu, duygulu, gülümser bir ifadeyle bana doğru uzattı. Bu, Balkanlar'da bilinen bir İslav âdeti idi. Sulh ve dostluk demekti.


Şimdi onu göğsümün üstünde sıkarken, artık esir edilemeyeceğimi biliyordum. İnsanın, icabında kendisini öldürebilmek imkânının ve hürriyetinin, nasıl paha biçilmez bir saadet duygusu verebileceğini, o gün orada, iki ateş arasında ben de duydum.


Ortada ne yazılı bir eser, ne de yol gösterici, uyarıcı bir önder vardı. Gerçi özellikle Turan konusunu ele alan bir kitap, bir Türk ismi altında İstanbullu bir Musevi vatandaşımız tarafından yazılmıştı. Fakat bu kitabın, soğukkanlılıkla incelendiği ve suyu sıkıldığı zaman, içinden bir avuç hayal zorlayışıyla, bir kucak bilgisizlikten başka bir şey çıkmıyordu.


..."biz" derken acaba kimleri kastetmiştim? Bu belli değildi. Bu elbette ki bir hayaldi. Elbette ki bir aldanıştı. Bu aldanışa beni sürükleyen şey, içinde yaşadığım olaylara, gelişmelere, onlarda olmayan manaları yakıştırmamdı. Benim daima bir şeylere kapılan his ve hayal âlemimdi. Güttüğüm mantık, saf ve basit hislerle örülmüş sabun köpüğünden başka bir şey olmasa da, onun, ruhumda uyandırdığı seraba ben inanıyordum. Çünkü, ona muhtaçtım...


Put, yere düştüğü gün, bütün sihrini kaybeder


Anadolu toprağı ve Anadolu insanı. Çileli, mustarip, fakat yenilmemiş, bozulmamış insan. Bilgisi belki kıt, fakat sezen ve duygulu insan. Muvazeneli ve vaat eden insan. Kendi toprağına bağlı ve kendi mutluluğunu, yalnız kendi toprağının imkânlarından ve kendi gücünden bekleyen tahammüllü, sabırlı ve umutlu insan.


Fakat pek çabuk anlaşıldı ki, inkılâbın anlayışı ve tarifi gibi, başlangıcı hakkında da bir görüş birliği yoktu. Bütün bir Osmanlı devri, yok sayılıyordu. Son devir tarihimizle ilgimiz anlaşılamıyordu. Halbuki, İkinci Meşrutiyet, Birinci Meşrutiyet, Genç Osmanlılar Hareketi, Tanzimat, hatta III.Selim'e ve hatta daha gerilere varan bir yenileşme ve garplılaşma mücadelemiz vardı. Bunlar, bizim son inkılâp hareketimizin temelinde yatıyordu.


***


İNSANLIĞIMI KAYBEDİŞİM ; Anlatıcımız bulduğu üç resmin hikayesini, yani resimlerde ki kahramanın hikayesini anlatıyor. Bulunduğu toplumda hatta ailesinin içinde, kendisini kabul ettirebilme diye bir kaygının pençesine düşmüş bir karakter var. Fakat bu kabul ettirme silikleşmiş bir karakter  çabası. Kendi düşüncelerini, duygularını saklayan, fark edilmemesi için uğraşan, olmadığı  ve hissetmediği biri gibi davranmayı kendine çözüm olarak bulmuş bir çocuğun büyüdüğünde çok daha zor, karmaşık ve dönüşü olmayan bir hayata sürüklenişinin hikayesi. 


alıntı

İşte bunu anlamıyordum; insanlar kendilerinin öldürmüyor, çıldırmıyor, siyaset hakkında tartışmaya devam edebiliyor, umutsuzluğa düşmüyor ve varlıklarını devam ettirmek için ellerinden geleni yapıyorlarsa çektikleri acılar gerçek olabilir mi?


Zayıf insanlar mutluluktan bile korkar, incinir, pamuğa değseler yara alırlar. Mutluluk da onları yaralar.


***


FATİH SULTAN MEHEMMED HAN; Ansiklopedik boy ve 800 küsur sayfa olduğunu görünce bir tık gerildim ama neyse ki hallettim :) Hangi padişah? sorusunun cevabı ben de hep Fatih olmuştur ama Mehmed Han hakkında doğru düzgün bir malumat sahibi de değildim. İstanbul'un Fethi sadece bir şehrin fethi ya da açılıp-kapanan çağ meselesi ötesinde bir anlam ifade ediyordu. Maddi deliller ile Fatih'i tanımak için okumaya aldım kitabı ama kitap beklediğim ,umduğum ölçüde Fatih kimdir? sorusunun cevabı değil. Yine de öğrendiğim ilginç ve şaşırtıcı şeyler vardı. İstanbul Fethi'ne giden süreçte taa en baştan, devletin ilk zamanından ve padişahlarından bir tarih anlatısı var kitapta. Sonra Fatih'in fetih süreci, fethi ve sonrasında devlette yaşanılanlar. 100 küsur sayfa ingilizce ama vergi mevzuları olduğu için uğraşmadım, atladım :) 2 sayfa kadar Almanca, yüzüne bakmadım. Osmanlıca metinler rika hattı olduğundan hiç okuyamadım. Hangi kaynaklar kullanıldığına dair teferruatlı bilgiler ve hatta yabancı tarihçilerin kullandıkları ya da kullanmadıkları kaynaklar, bunların yol açtığı hatalar vs. diye de baya geniş bir anlatım var. Genel okuyucu için pek keyifli değil bu kısımlar, ki ben de sıkıldım.


alıntı

Bizanslı kronikçi ( Pachymeres) Osmanlı rivâyetlerinde olmayan bir başka önemli noktayı belirir ; Osman, başlangıçta Kastamonu uc emirleri Çobanoğulları emrinde bir uc savaşçısıdır.


Anadolu beyliklerinde Selçuklulardaki gibi, ülkenin oğullar arasında bölüştürülmesi âdetti ; hükümdar ulubey unvanı ile bütün beyliğin yüksek sahibi sayılırdı.


Ben Manuel'in İstanbul'dan ayrılmasını senin için değil, kendim için sağladım. Şayet dostumuz olmayı arzu ediyorsan, oradan çekil, sana istediğin eyaleti veririm. Yoksa Peygamberim şahidim olsun ki, kimseye âmân vermeyecek, herkesi mahvedeceğim.


Bursalıların tahta sağlamca yerleşmesinde kesin bir rol oynamış olan Hacı İvaz'ı Sultan Murad, Divân'da vezir olarak yanına almıştı. Murad tahtta sağlamca yerleşince ondan kurtulmak istedi. Sultanın etrafındakiler Hacı İvaz'ın sultana suikast hazırlığında olduğunu anlattılar. Murad, öldürmeye cesaret edemedi, gözlerine mil çekip gönderdi.


Şu bir gerçektir : Yıldırım Bâyezid oğulları arasında taht mücadelesi, ancak İstanbul'un fethiyle 29 Mayıs 1453'te Süleyman Çelebi oğlu Orhan'ın intiharıyla son bulmuştur.


Aslında Sultan Mehmet, Konstantiniyye'yi barış ile teslim almak istiyordu. Fakat 26 Mayıs meşvereti ve imparatorun teslim teklifini reddi üzerine yağma ilanı zorunlu oldu.


Hatta gâziler floriyi akçayı ölçek ile bahş itdiler , ol vaktden berü darb-ı mesel olmuşdur ki bir kişiyi gınaya nisbet itseler , " İstanbul yağmasına mı tuş oldun" dirler


Osmanlı imparatorluğu'nun her bakımdan gerçek kurucusu İstanbul Fâtihi, Sultan Mehmed'dir


Fâtih ondan sonra hemen hemen her seferinde fethettiği şehirlerin zengin, sanatkâr ve tüccar halkından bir kısmını İstanbul'a sürgün göndermiş, şehrin beslenmesini düşünerek, etraftaki kırlara araziye de çiftçi esirleri hâs-kul / ortakçı-kul olarak yerleştirmiştir


Bu kanunu yürütmek için pâdişahın yasak kolları, evleri, yükleri, hanları araştırmaya ve buldukları gümüş parayı ticarî kıymeti üzerinden el koymaya yetkiliydi. Yeni akçe çıkarılmasının sık sık uygulanması o kadar derin bir hoşnutsuzluk doğurmuştur ki, II.Bâyezid tahta geçerken bir defadan fazla yeni akçe çıkarılmaması istenmişti.


Osmanlı merkeziyetçi bürokratik yönetiminin 1453'e kadar İlk kuruluş döneminde vezirlik makamına İslâm hukuk ve idare geleneklerini iyi bilen ulemâ getirilmiştir. En önemlileri, kadılıktan yetişme Çandarlı vezir ailesidir. Fâtih Mehmed'in otokratik pâdişahlık döneminde vezirler çoğunlukla kendisine sorgusuz bağlı kul aslından olanlardan seçilmiştir.


Ve her kimesneye evlâdumdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âlem içün katl itmek münâsibdür. Ekser-i ulemâ dahi tecviz itmişdür.Anunla âmil olalar


O zamana kadar İlhanlıların egemen olduğu Anadolu'da hiçbir bey bağımsızlık ifadesi olan para basımına cesaret edemezdi. Orhan'ın 1327'de adına hutbe okutup para basması bir sultan sıfatıyla bağımsızlığının hukukî ifadesidir.


Ölümünde (Fâtih) II.Bâyezid'i tahta çağıranlar, başta yeniçeri ağası, vakıfları sahiplerine geri vermesi ve yeni akçe çıkarmaması şartlarını kabul ettirdiler. II.Bâyezid dönemi her alanda Fâtih'in siyâsetine karşı bir tepkiyi ifade eder.


Fâtih'in Yeni Saray'ının duvarlarını İtalyan sarayları gibi süslemek için Bellini'yi çağırdığı kaydedilmektedir(Babinger s.76) Saray duvarlarını frescolarla süsleyen Bellini, Fâtih portresi ile seçkin yerini almıştır. Bu arada ilâve etmek gerekir ki II.Bâyezid şeriâtı ihya eden sultan olarak bu duvar resimlerini, frescoları söktürüp Kapalı Çarşı'da satışa göndermişti.


.

8 yorum:

  1. İlk kitap aile köklerime benzerliği nedeniyle dikkatimi çekti. Ama Fatih' in anlatıldığı kitabın başlığı merak konusu oldu. Mehmed Han değil de neden Mehemmed yazılmış, basım hatası olmuş aslında Muhammed yazılacakmış desem o da değil.. Neyse karıştırmayayım :)
    Teşekkürler tanıtım için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yok basım hatası değil, ismin orijini bu imiş, böyle söylenmiş hatta kitabın tam ismi şu; iki karanın sultanı,iki denizin hakanı,kayser-i rum Fatih Sultan Mehemmed Han.

      Sil
  2. Keyifli okumalar. Mehemmed açıklamasını ilk defa duydum.

    YanıtlaSil
  3. Dazai'yi henüz okumadım. İlginç şekilde izlediğim bir anime yüzünden soğumuşken izlediğim başka bir animede Dazai'yi çok sevdim. O yüzden kitabını alıp okumak istiyorum. :)
    Son kitap ilginç ama çok uzun olması ve bazı kısımları sıkıcı bulman düşündürdü.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Dazai anime dünyasında da mı var? bilmiyordum, ilginçmiş. Diğer kitaplarına da bakarım bir ara zira yazım tarzını sevdim.

      Fatih'in kitabına gelince, sıkıcı bulduğum yanlar dediğim gibi mali politikalar ve kaynakçalar üzerinde çok fazla bahis olunması, bu alanda yetişen bir öğrenci için şahane bir kaynak, benim sıkıcı bulduğum mevzuları sevenler de olabilir, tercih meselesi ama kitabın geneli ele alınınca okumuş olduğum için memnunum. Çok farklı ve itiraf edeyim, hiç ummadığım bir Fâtih portresi ile karşılaştım, ilginçti.

      Sil
  4. ilk kitabı not aldım saol :)

    YanıtlaSil