9/23/2025

NE OKUDUM


KİTAPLARI KURTARAN KEDİ Sosuke Natsukawa

KELİLE VE DİMNE Beydaba

RAŞOMON Ryunosuke Akutagawa

ALTENBURG'UN CEVİZ AĞAÇLARI Andre Malraux



KİTAPLARI KURTARAN KEDİ

sayfa sayısı 207

Rintaro Natsuki dedesi ile birlikte yaşayan , içe dönük, duygularını belli etmeyen , etraftan garip görünebilen, kitaplarla haşır neşir  bir lise öğrencisi. Dedesinin kitabevinde çoğunlukla zamanını geçiriyor. Bir gün dedesi ölür ve kitabevinde kendisine ikinci sahip diye seslenen bir kedi ortaya çıkar. Onun ortaya çıkışı ile kitabevinden başka başka mekânlara kapılar aralanır ve her aralanan kapı onu farklı maceralara sürükler. Tüm maceralarda ortak olan görev kitapların kurtarılmasıdır çünkü "kitapların yüreği vardır"


Kolay okunan , hafif ve yormayan bir anlatı. Japonya'nın çok satan yazarlarındanmış Natsukawa. 


alıntı 

Yalnızca kendini kaptırarak kitap okudun diye , görebildiğin dünya da genişleyecek sanma. Ne kadar bilgi depolasan bile, kendi kafanla düşünüp kendi ayaklarınla yürümedikçe her şey sahte, havada ve gelip geçici şeyler olarak kalır. .... Kitaplar senin yerine yaşayacak değil. Kendi ayaklarıyla yürümeyi unutan kitap kurdu, eski bilgilerle şişmiş bir ansiklopedi, birileri gelip açmadıkça hiçbir işe yaramayacak bir antika olabilir ancak.

**

Şuan ki dünyada normal olması gereken birçok şey tepetaklak olmuş halde. Ustalıkla yalan söyleniyor, güçsüzler ezilip geçiliyor, zaten sıkıntıda olanla uğraşmak için insanlar birbirleriyle yarış ediyor. Tüm bunlara dur diyen hiç kimse yok.

**

Mademki tırmanacaksın, yüksek olan dağa tırman. Manzarayı görürsün.

**

Bunalmış halde geçirilen günlük yaşamını herkes kendisiyle ilgili uğraşlarla dolduruyor. İnsanları düşünecek yüreği de yitiriveriyor. Yüreğini yitiren insanlar, başkalarının acısını hissedemez hale gelir.

**

Seçmeyi düşünürse, önünde istemediği kadar yol dört yöne de uzanıyordu. Seçecek ya da sürüklenecekti, sorun bundan ibaretti.


****


KELİLE VE DİMNE

sayfa sayısı 270

Hindistan'dan dünyanın her yanına yayılıp pek çok dile çevrilmiş , fabl türünün en önemli örnekleri arasında kabul edilen bir eser Kelile ve Dimne. Adı tam olarak bilinmeyen bir rahip tarafından yazılmış ve yazarın adının Beydaba olduğu arapça tercümelerde dile getirilmiş. Arapça tercümesi (ibn-i mukaffa) pek çok dile çeviride kaynak kabul edilmiş. Dimne'nin yargılanması eserin Sankritçedeki orijinalinde yer almıyormuş. Halkların değer yargılarına göre bazı bölümler çıkarılmış ya da kendilerine uyarlanmış. Elimdeki kitapta (akçağ yayınları)  bazı bölümlerin hikayeye uygun düşülmesi bakımından kendileri tarafından eklendiği de bilgi olarak verilmekte. İki bin yıllık bir geçmişe sahip olan eser  milli eğitim bakanlığı 100 temel eser kapsamında.


Hint Hükümdarı Debşelim oldukça cömert ve sevilen biri. Kendisine bir hazine yeri söyleniyor , zahmetli ve zorlu bir yol. Bir mağarada , sandık içinde üzeri yazılı bir deri buluyor Debşelim ve bunu okuyacak birilerini araştırıyor, böylece yolu Beydaba ile kesişiyor. O , hem yazılı olanları hem de birçok hikayeyi hükümdara anlatmaya başlıyor.Nasihat ve öğüt içeren  hikayeler.


60 hikaye var içinde. Kopuk kopuk değil birbirini tamamlayan hikayeler. Bir durum var ve o durumu karşılayan bir hikaye var. Üst üste çekilmiş zincir gibi, bittiğinde halat örülmüş oluyor :) Bu arada , Kelile ve Dimne çakal iki kardeş , es geçmeyeyim :) Yetişkin olarak okumak hoştu elbet ama kulağa küpe olması bakımından çocuklara okutmak daha güzel olacaktır.


alıntı

Derviş: "Allah, kör ve yaşlı bir kargaya yırtıcı bir kuş olan şahin vasıtasıyla gıda gönderiyor da bana neden yiyecek göndermiyor?" demiş. Allah dostu: " Yanlış düşünüyorsun, Allah yaşlı ve gözleri görmeyen bir kargaya rızkını bir şahin aracılığıyla gönderecek kadar hikmet sahibidir." Derviş: "Allah bana neden yiyecek göndermiyor" demiş. Allah dostu: "Senin elin ayağın tutuyor. Sen, eli ayağı tutan yani gücü yerinde olan birisi olarak çalışmayıp Allah'tan ekmek bekledin. Sen böyle yaparak Allah'ı imtihana tabi tutuyorsun" demiş.


**

En güçlü rüzgâr otların güçsüzlüğüne değer vermez ama ağaçların en yükseğini devirir.


****


RAŞOMON

sayfa sayısı 276

 içindeki öyküler : Raşomon, Burun, Mendil, Örümcek ipi, Cehennem Tablosu, Mandalinalar, Çinli İsa, Toşişun, Sonbahar, Balo, Çalılıklar Arasında, Vagon, Çarklar, Serap


Bu hikayelerden Çarklar ve Serap yazarın hayatından kesitler taşıyor ve biyografik öykü türüne karşı çıkmış olmasına rağmen Çarklar ile bu alanda oldukça önemli bir örnek vermiş oluyor


Sadece japon edebiyatı olarak değil okuduğum en etkileyici  , çarpıcı ve güzel öykü kitaplarından biri oldu bu kitap. Hangi öyküyü öveyim bilemedim :) Bunca kıymetli işler yapan birinin hayatı kısa ömürlü olmasına rağmen sanrılar, korkular, türlü açmazlar ve intihar girişimleri ile dolu. Son sayfalarda yazarın hayatına ve eserlerine yönelik kısa bir bilgilendirme var. Üstelik kitaptaki öykülerin küçük bir özet halinde veriliyor olması da  "neler okudum ? " demesi bakımından hoş olmuş


alıntı

Hepsi sonsuza dek suskun kalacak bir dilsizler yığınıydı.

**

" İnsanoğlu nankördür, kötü günü görmeden iyi günlerinin kadrini bilmez... Geçmiş zaman olur ki... Meğer onlar iyi günlerimmiş ! " diyerek hüzünlenmeye başlamıştı bile.

**

Ne yani ? Kendi öz fırçamla yarattığım tanrı ve tanrıçalar mı bana ceza verecek ? Geçiniz efendim geçiniz... Bir kalem geçiniz...

**

Varsa pulun herkes senin kulun, yoksa pulun cehenneme kadar yolun.. .

**

Demek ki insan, gün doğunca uçup giden bir çiğ tanesi gibi fani ve ömrü de çakıp sönen bir şimşek kadar kısacık...Yani bir varmış, bir yokmuş...

**

Ondan nefret etmemiştim. Ancak kendi zayıflığımın farkına varmış ve bu yüzden de büyük bir karamsarlığa düşmüştüm.


****


ALTENBURG'UN CEVİZ AĞAÇLARI  

sayfa sayısı 181


Anlatıcımız İkinci Dünya Savaşı'ndan , Fransa'dan ses veriyor bize, yaşanan bozgundan ve insan manzaralarından. Sonra babasını anlatmaya başlıyor zira o da savaşı görmüş ve yaşamış biri, Birinci Dünya Savaşı'nı.Her yeni anlatış ile başka bir olayın, mekanın ve zamanın  kapısını aralıyor anlatıcı . Babası üzerinden aile bireyleri, tavır ve kişilikleri, Altenburg'da yapılan felsefe toplantıları (toplantının adı insanın sürekliliği ve değişimi), Birinci Dünya Savaşı Alman cephesi, babasının savaş münasebetiyle yürüttüğü işleri ve temas ettiği kişileri(Enver Paşa misal) farklı zaman ve olaylar olmasına karşın ustalıkla bağlayarak anlatıyor. Son fasılda tekrar anlatıcı sahneye çıkıp , savaşın içinden bir an ve hissettikleri ile anlatısını sonlandırıyor. Sanırım en çok bu son fasıl etkiledi beni.


Şu var ki,  kitap okuma hızım oldukça iyidir, fakat alıştığım hız bu kitabı okurken yarı yolda bıraktı beni. Olabildiğince düşürmek zorunda kaldım hızı okuduğumu anlayabilmek için. Hoş, felsefe toplantılarını anladım mı, emin değilim :) ufak bir tekrar daha yaptım bu bölümde birkaç vakit sonra ama şu var ki aklımda kalacağı konusunda hiç iyimser değilim. Derdimi kitaptaki şu cümle ile açıklayabilirim ama :)

"Ötekiler filden söz edip keyfini kaçırıyor elbet. Değişim, sanat, filizlenmiş fasulye? Beyler, sanat ve filizlenmiş fasulye filden şu bakımdan ayrılır: Fil büyük boyutlu, ağır bir hayvandır vb." Al sana fil üstüne bir söylev


Fransızların cümle kurma biçimleri ile uyuşamıyorum bir türlü.


alıntı

Rahip bir dostum şöyle demişti bana: "Aslına bakarsanız, ister dindar, ister dinsiz olsunlar, tüm insanlar kördüğüm olmuş bir korku ve umut karışımı içinde ölüyor..." ... Babamın bir sözünü düşünüyorum bir kez daha; sebatkâr ölümün belleğime iyice kazıdığı, tutsaklığımın da yılmadan aklıma getirdiği bir sözünü: "Bireyi durmamacasına eşeleyerek insanı bulamayız."

***

Unutma ki bir insanın en etkili silahı güldürü payını en aza indirmiş olmasıdır.

***

Bir insan yazgısı olarak bütün yaşam bir serüvendi. Çocukluğunda yıldız kümelerinin ardındaki en küçük yıldızlara gözleri iyice yoruluncaya dek baktığı gibi, bu beylik görünümün uçsuz bucaksız çeşitliliğine bakıyor, uyanan Reichbach'ın uzun fısıltısını dinliyordu. Sabah güneşinin altında aceleyle geçen, yapraklar gibi benzeşen, yapraklar gibi birbirinden ayrılan insanların basit varlığından, tek kaynağı arkasında pusu kurmuş ölüm olmayan bir giz fışkırır gibiydi, ölümden çok yaşama özgü bir giz -insan ölümsüz olsa bile acılığından hiçbir şey yitirmeyecek bir giz.

**

"Entelektüeller de kadınlar gibidir cancağızım! Askerler düşlere daldırır bunları"

**

"Ama, öncelikle, yalnız Batı'da psikoloji gereksinimi vardır. Çünkü Batı evren düzenine, yazgıya uyacak yerde, bunlara karşı çıkar. Çünkü her türlü psikoloji içsel bir yazgının araştırılmasıdır. Hristiyanlığın darbesi yazgıyı insanın içine yerleştirmiş olmasıdır. Bir Yunan -bağ kurduğunda- tarihsel olarak kendi kahramanlarına bağlıydı. İblislerini mitlere dönüştürüp dışsallaştırdı, Hristiyansa mitleri iblislere dönüştürerek içselleştirdi. İlk günah herkesi tek tek ilgilendirir. Çarmıha geriliş herkesi tek tek ilgilendirir." tek tek.

**

Bir balığın kendi akvaryumunu görmesi kolay değildir.

**

İnsan kendi başına ilginç değildir, kendisini gerçekten insan yapan şeyle ilginçtir.

**

Yaşamın anlamı mutlulukken bu mankafa mutlu olmaktan başka her şeyle uğraşmıştı ! Kuşkular, onur, acıma, düşünce; hepsi de canavarca bir aldatmacadan, küçültücü kahkahası ancak son dakika işitilecek olan uğursuz bir gücün aracılarından ibaretti. Ölümün yumruğu altındaki bu azgın inişte, kendisini mutlu olmaktan alıkoymuş her şeye karşı şaşkın bir kinden başkası kalmamıştı içinde.

**

Neden; bu alabildiğine güzel düzenlenmiş toprak üstünde köpeklerin hep köpek gibi, kedilerin hep kedi gibi davranmasına hayran kalmam neden ?

**

Bir kez daha Pascal geliyor aklıma: "Hepsi de ölüme yargılı, zincire vurulmuş bir sürü insan getirelim gözlerimizin önüne; kimileri her gün ötekilerin gözleri önünde boğazlanıyor, kalanlarsa benzerlerinin durumunda kendi durumunu görüyor... İnsanlık durumunun görüntüsü bu işte!" Böyle bir gözlemle insan o zavallı mutluluk payına nasıl sıkı sıkı sarılır!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder